Today is my mom’s birthday, and here’s a flash fiction piece I wrote for her. It’s in Turkish and it’s my first try in the language…
Happy birthday mom!!!
P.S: I love you!
Andromeda Galaksisi, MCMXCIX-II gezegeninin merkezinde bulunan Erios şehri normalden farklı bir güne merhaba diyordu. Yanıp sönen yatay ışık huzmeleri doğalarına uygun bir hızla farklı yönlere giderek, gezegenin yemyeşil bitki örtüsüyle kaplı yüzeyinde adeta yarışıyorlardı. Normalden farklı olan bu fevkalade ışık gösterisi değildi sadece; bu seyyah renk karışımlarının normalden 43.5 kat daha parlak olmalarıydı. Bir de tabii bu gezgin ışık huzmelerinin aslında Erios sakinleri olduğu gerçeği vardı ki, bu gösteriyi sıradışı yaptığı kesindi.
Şehir merkezinin iki ucunu birbirine bağlayan, içinde 71 renk barındıran likit gökkuşağının batıdaki ayağında ışık kümeleşmeleri iyiden iyiye artmıştı. Her gelen rengarenk ışık, yani Erios sakini, küre şekline bürünüp, gökkuşağının ayağının etrafındaki yeni yeni oluşmaya başlayan çemberde yerini alıyordu. Çemberdeki son boşluğa hızla gelip, yerleşen ve küre formuna bürünen son renk, açık zümrüt ağacı yeşiliydi. Ve o an, çemberin merkezinde, tam da likit gökkuşağının ayağının bulunduğu noktada bütün ışıklardan daha parlak, bembeyaz bir ışık hüzmesi belirdi. Bu parıldayan beyazlık, önce gökkuşağındaki 71 rengin tümünü adeta bir karadelik gibi emdi, sonra da içindeki her rengi daha parlak bir şekilde yansıttı. Erios’un hükümdarı sonunda ortaya çıkmıştı.
“Erios’un tüm ışıklarını selamlıyorum,” diye başladı söze. Etrafındaki çemberdeki ışıklardan kısa süreli bir yanıp sönme geldi cevap olarak. “Buraya toplanma amacımızı merak ediyorsunuzdur. Hemen söyleyeyim,” dedikten sonra, ışığının merkezinde holografik bir imaj belirdi… mavi-yeşil bir gezegendi bu!
“Burası Samanyolu Galaksisinde yer alan Dünya gezegeni,” dedi. “Hepimiz biliyoruz ki, uzun bir süredir kendimizi göstermeden gelişmelerine yardımcı oluyorduk. Aramızdan bazıları, güneşleri battığı zamanlarda, yaşadıkları evlere aydınlık sağlamak gibi amaçlarla zaten Dünyada yaşamlarını sürdürmekteydi. Ancak, Dünya tarihine baktığımız zaman, orada yaşayan uygarlığın bazı temel fonksiyonlarında önemli eksikliklerin olduğunu gördük. Bu şekilde devam ederlerse çok yakında dünyalarını kendi kendilerine yok edecekler.”
“Nasıl yani? Kendi kendilerine mi?” diye sordu, kor ateşi rengindeki küre. “Hayatta kalma içgüdüleri yok mu yani onların?”
“Var tabiii ama savaşlar, bencillik, kıskançlık, birey olarak kendini beğenmişlik, birbirlerine karşı sevgi-saygı eksikliği ve akıllarını doğru şekilde kullanabilme ile sorun yaşıyorlar. Bu da onları kaçınılmaz bir sona doğru götürüyor.”
“Peki neden şimdiye kadar müdahale etmedik?” dedi, derin deniz mavisi küre. “Biz tüm evrenlerin iyilik melekleri değil miyiz?”
“Evrendeki her uygarlık, öğrenme ve tecrübelerden ders alma gibi yollarla kendi kendilerini kurtarmayı hak eder. Biz de bu nedenle bekledik şu ana kadar, ama herşey daha kötüye gitti. Şu anda acilen müdahale etmekten başka bir çaremiz yok.”
“Ama nasıl? Geç kalmadık mı? Nasıl ulaşacağız zamanında?” diye sordu Zümrüt Ağacı yeşili küre. Eğer bu muhteşem ışık küresinin olsaydı gözleri, kesinlikle hüzün dolmuş olurdu.
“Tam olarak değil. Oraya doğru yol alırken, kendi maksimum hızımızı belirli oranlarda aşabilirsek, zamanı da geriye döndürüp, uygun yerlere ve zamanlara birer Erios gönüllüsünü gönderebiliriz. Ne de olsa, tarihlerini ve yaptıkları hataları biliyoruz. Onları kurtarabiliriz. Herkes hazır mı?” diye sordu büyük beyaz huzme.
“Hazırız!” dedi ışık küreleri hep bir ağızdan.
“O zaman başlayalım,” dedi Erios’un hükümdarı, kor ateşi rengindeki küreye dönerek. “Sen, bilgiyi temsil edeceksin Tes-la, 1856 yılına gidecek ve onları kurtarabilecek olan bilimi ilerleteceksin.”
“Ama… ama, bir ışık varlığı olarak, nasıl yapacağım bunu? Aynı dili bile konuşmuyoruz dünyalılarla.”
“Şu aşamada dünyaya giden her ışık, orada halihazırda bulunan arkadaşlarımızın aksine, onlarınki gibi etten ve kemikten oluşan vücutlarda doğacak, onlar gibi büyüyecek, onlar gibi yaşayacak, yani kısacası onlardan biri olacaksınız. Tabii, bunun tam anlamıyla başarıya ulaşması için Erios ve buradaki yaşamınızla ilgili hiç bir şey hatırlamayacaksınız. Maalesef tek yol bu… muazzam bir fedakarlık, tabii bu durum oradaki beşer hayatınız sona erene kadar. Ancak o zaman, boyut değiştirip, ışık olacak ve herşeyi tekrar hatırlayacaksınız.”
“Tamam,” diye onayladı Tes-la yanıp sönerek. “Oraya ve o zamana ulaşabilmem için hızımı ne kadar arttırmam gerektiği bilgisini de hesapladım. Görüşmek üzere.” Tes-la küre formundan, huzme biçimine geçip aniden kayboldu.
“Sen La-onardo!” Erios’un hükümdarı derin deniz mavisi küreye doğru ışıldadı. “1452 yılına gidip, yazdıkların, çizdiklerin ve icatlarınla insanların yaratıcı güçlerini ortaya çıkaracak, onlara bir çok alanda esin kaynağı olacaksın. Belki yarattığın şaheserlerle, dünyalarının yok edilmeyecek kadar güzel olduğunu gösterirsin onlara.”
La-onardo da huzme haline bürünüp, tepelerinde bir tur attıktan sonra yoluna devam etti.
“Kar-la, 2115 yılına dünyadaki farklı milletleri bir araya getiren yönetici olarak doğacaksın, tüm insanları tek çatı altında birleştirecek ve aslında insanların birbirlerinden pek te farkları olmadığını göstereceksin.” Kekremsi pembe tonlarındaki küre de bir anda gözden kaybolur.
Gidecekleri yeri, zamanı ve görevlerini öğrenen renk kümeleri, birbiri peşi sıra kaybolmaya başlar; önce bozuk limon sarısı La-fayette ve sulanmış toprak rengi La-veau gözden kaybolur. Hemen arkasından da küllenmiş mor rengindeki Mande-la uçar.
Geride sadece zümrüt ağacı yeşili olan Nec-la kalmıştı.
“Peki, ben ne yapacağım? Benim görevim ne olacak?” diye sordu Erios’un hükümdarına.
“En önemli görev seninki Nec-la,” dedi Erios’un hükümdarı. “1945 yılına gidip, insanlara unutmakta oldukları sevgiyi ve şefkati hatırlatacaksın. Karşılıksız sevgi, saygı ve şefkat olmadan her uygarlık yıkılmaya yüz tutar.”
“Tamam, peki neden 1945 yılı?”
“Dünya o yıllarda büyük bir savaştan çok zarar görerek çıktı. Dünyanın yaralarını sarmaya ihtiyacı var ve bunun için de sevmeyi tekrar öğrenmesi gerekiyor.”
“Tamam ama benim burada 6 tane çocuğum var. Onları nasıl bırakırım ben!” dedi Nec-la.
“Hiç merak etme, onları da senin peşinden göndereceğim. Hiç ayrılmayacaksınız. Böylece farkında olmadan burada sahip olduğun çocuklara orada da sahip olacak ve onların eksikliğini hiç hissetmeyeceksin. Bilinçaltın huzur içinde olacak.”
“Peki ya eşim kim olacak? Dünyada çocuk sahibi olmak için 2 kişi gerekiyor diye biliyorum. Bir kadın, bir de erkek.”
“Onu da hiç merak etme. Seni sevecek, koruyacak, ömür boyu sevecek, sayacak bir aday belirledim bile.” dedi Erios’un hükümdarı. “Biliyorsun uzun zamandır, izliyorum dünyada olup biteni. Onu görür görmez tanıyacak ve aşık olacaksınız birbirinize”
“Harika!” dedi Nec-la. “Rotam dünya!” Nec-la tıpkı diğerleri gibi kayboldu gökyüzüne uçarak… veeeeee
5 Mayıs 1945 yılında, dünyaya sanki içindeki ışık taşmışçasına, zümrüt ağacı yeşili gözleri olan bir ışık doğar. Ve tüm dünya sevgiyle aydınlanır…
Görevi dünyaya sevgiyi öğretmektir ve sevgisi tüm dünyaya yetecektir.